Blog on Kurdistan & Kurds

For a United and Independent Kurdistan

Archive for December 2022

Türklerin Hatay’ı ilhakının arka planı

leave a comment »

Türklerin Hatay’ı ilhakı benim bilebildiğim kadarıyla Kürd dünyasında arka planıyla bilinen bir konu değil. İskenderun’da, Hatay’ın güney kısmından hareketle tamamını kendi toprakları bilen Arapların arasında büyüdüğümden onların da “Hatay ne oldu da Türkiye’nin bir parçası oldu?” sorusuna cevaplarının olmadığını biliyorum. Suriye Devleti ve BAAS rejimi ise artık tarih olmuş eskinin Halep Vilayeti’nin bir parçası olmuş olmasından dolayı İskenderun Sancağı’nın Suriye Devleti’nin parçası olduğunu savunur. Savunur ama “Atı alan Üsküdar’ı geçti diye bir Türk atasözü var.

Türkler nasıl bir hokus pokusla, nasıl bir diplomasiyle İskenderun Sacağı’nı (Sanjak of Alexandretta) Hatay deyip haritalarına eklediler?

İskenderun Sancağı Kürdistan’ın kuzeyi diye andığımız parçasının nihayetinde Türklere, Güney diye andığımız parçasının ise Irak’a kalmasına neden olan görüşmeler silsilesinde İngiliz, Fransız ve -Bolşevik Devrimi öncesi- Rusya tarafından aralarında paylaşılmayıp bağımsız olması öngörülen bir toprak parçası/siyasi irade.

Daha önce birkaç defa değindiğim, 1916 baharında yapılmış olan bir görüşmede üç devlet Kürdistan’ı da direk ilgilendiren şu maddeler üzerine anlaşmışlar:

1. Rusya; Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis vilayetlerine ek Kürdistan’ın güneyinde Muş – Siirt – Arnaci – Fars çizgisinde uzanan yerleri alacak. (MH notu: bu bölgenin doğusunda kalan Kürdistan parçası, Rojhelat, o dönemde zaten ya Rusların kontrolündeydi ya da Ruslara verilmek üzere üzerinde anlaşılmıştı)

2. Fransa; Suriye’nin sahil kesimlerini, Adana vilayetini, Antep – Mardin hattının güneyinden geleceğin Rusya sınırlarına kadar olacak kısımları, kuzeyde ise Aladağ – Zara – Egin – Harput’a kadar olan bölümleri alacak.

3. İngiltere; Bağdat’la beraber Mezopotamya’nın güneyini, Hayfa ve Akka limanlarını alacak.

4. Bu anlaşmayla Fransız ve İngiliz sınırları arasında kalan yerler ya bir Arap devletleri konfederasyonu ya da bağımsız Arap devletleri olarak tasarlanacak ve hangi ülkenin kontrolünde olacağına da sonra bakılacak.

5. Alexandretta (MH. İskenderun sancağı, bugünkü Hatay ili) özgür bir liman olacak.

Gerçekleşmemiş olsa dahi Kürdistan’ı Ruslar ve Fransızlar arasında bölen bu görüşmeye Kürd tarihi üzerine yazanların hiç atıfta bulunulmaması size de anormal gelmiyor mu? Bu görüşmenin metnine Amazon’da kitap olarak ulaşmak mümkün. Meraklı araştırmacı “The Secret Treaties and Understandings” diye bir arama yapıp ulaşabilir, veya aynı metne aynı arama ile internet üzerinden ücretsiz erişebilir)

Yukarıda andığım paylaşım biliyoruz ki gerçekleşmedi. Bunun gerçekleşmemesinin tek sebebi Bolşeviklerin Rusya’da iktidarı ele geçirdikten sonra Troçki – Lenin önderliğinde tüm bu kirli paylaşım anlaşmalarından çekilmeleri. İlk tavırları böyle kirli anlaşmalardan çekilmeki ama çok geçmeden farklı toprak paylaşım anlaşmalarına girdiklerini biliyoruz. Örneğin Erzincan’a kadar olan bölge kendi ellerinde ve Erivan’a kadar olan farklı bir bölge de Türklerin elindeyken 16 Mart 1921’de imzalanan Moskova Anlaşması ile, daha önce Türklerin Gümrü Anlaşması ile Ermenilere dikte ettiği tüm maddeleri (Kürd ve Ermenilerin aleyhine) kabul edip bugünkü Ermenistan – Türkiye toprak bölüşümünü onayladılar. Yani Rusların andığım ismi konulmamış paylaşımdan çekilmeleri Moskova Anlaşması diye bilinen 16 Mart 1921 tarihli başka bir bölüşüm/paylaşım anlaşmasıyla resmileşti.

Diğeri ise Kerkük’te, yani Musul Vilayeti’nde, yani bizim bugün Başur dediğimiz topraklarda petrol bulunması. (Doğru hatırlıyorsam) Rızgari’nin 1980 öncesi yayınlanmış bir dosyasında Başur’un İngilizler tarafından sonra Irak olmuş siyasi birliğe nasıl katıldığı sağlam bir tarihsel analizle anlatılıyordu. İngilizler zamanın Milletler Meclisi’ndeki nüfuzlarını kullanarak Musul’u katarak Irak’ın nihai sınırlarını oluşturmuşlardı. Başur’un Irak’ın parçası olmuş olmasının başka hiçbir tarihi yok.

Uzatmadan geçersek, İngiliz, Fransız ve Çarlık Rusya’sının Kürdistan’ı aralarında pay eden anlaşması Bolşevik Devrimi’yle gerçekleşemeden iptal oluyor ama İngiliz ve Fransızların daha sonra Kürdistan’la ilgili geliştirdikleri bir planlarının olmadığını görüyoruz. Alexandretta Sancağı ise planda olmamasına ragmen Fransız denetimi altında özerk tutuluyor. Bu limanın özel bir konumu olmalı. Daha sonra İngilizlerin Bolşeviklerle Türkiye ve İran’ı kuran (ama beraberinde Kürdistan’ı da toprağa gömen) bir gizli anlaşma imzaladıkları benim iddiam.

Hızlı geçip 1930’lara geliyoruz.

İngiltere ve Fransa’nın kolonilerini eskisi gibi yönetemez oluyorlar. İki ülke de eski güçlerinden önemli oranda yitiriyor. Bolşevik Devrimi’nden sonra Anadolu ve Kürdistan’a olan ilgileri her ne idiyse bunlarla ilgilenemez oluyorlar. Nazilerin tehditkar yükselişleri de üstüne binince İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’yla uğraşacak mecalleri kalmıyor. Mustafa Kemal bunda kendine açık bir diplomasi alanı buluyor. Gerisi “Helva hop tereyağlı ballı ekmek”. Bir oldu bittiyle önce İskenderun Sancağı’nın (Hititlere atıfla) Hatay isimli bir bağımsız devlet olarak anons ediyor, sonra da bu bağımsız devletin parlamentosunda aldırdıkları kararla vilayet/il olarak Türkiye’ye katıyorlar. Putin’in birkaç yıl önce aynı hukuk hilesiyle Kırım’ı Rusya’ya kattığını hatırlarsınız.

Bugüne dönelim.

Türkler dünyanın önde gelen devletlerinin tıpkı 1930’lardaki gibi iç ve dış sorunları olduğu hesabıyla Suriye, Libya, Somali ve Yemen’e kadar uzanan bir alanda oyun alanlarını genişletiyorlar. Katarlı aptalların ekonomisi çökmek üzere olan Türklere destek verirken Türklerin kendilerine karşılıında ne vereceklerini düşündüklerini bilmiyoruz ama aptalın rüyasını gördüklerine şüphe yok.

Türklerin hesaplarının yanlış olduğu ve emeperyalist hayallerinin Kürdistan’ın kurulmasına gidecek olan yolu açacağına dair analizim şu iki önermeye dayanıyor.

1. O zamanki İngiltere yok. Yerinde çok daha güçlü ve çok daha donanımlı bir Amerika var.

2. Fransa 1930’larda savunmada olan, küçülen ve geri çekilen bir güçtü. Bugün ise nüfus açısından bakıldığında ülkesinde bir işe koşamadığı büyük bir işsizler ordusuna sahip. Genç erkekler her ordunun savaş gücüdür. Ekonomik olarak bakıldığında ise Fransa Buteflika rejiminin Cezayir’de devrilmesi sonrası sürdürülebilir enerji akışı üzerine kafa yoruyor olmalı. Cezayir yerine Libya’yı almak isteyeceklerini düşünmek akla çok kolay gelen bir alternatif. Fransa için Libya’da süren savaşa dahil olup olmamayı asıl belirleyicek olanın Libya’nın Fransızların eline geçmesinden çok Fransa’ya hasım olacak bir gücün kontrolüne geçebilme ihtimali olmalı.

Eğer doğru görüyorsam şöyle iki gelişmeye bakar oluruz.

1. Fransa Türklere karşı çok kolay bir şekilde Yunanistan – Mısır – İsrail ve Suudi Arabistan arasında oluşan koalisyona katılabilir.

2. Amerika ve Fransa’nın Suriye’de rol paylaştıklarını son ENKS – PYD (PDK – PKK) anlaşmasında bir daha gördük. (Kuzey Afrika’da da öyle bir pozisyonları var gibi?) Eğer bu şekilde rol paylaşma daha derinde Pentagon ve Fransa arasında kurulmuş bir koalisyona dayanıyorsa Rojava’da Amerika asker/danışman sayısını korurken Fransız asker sayısının artmasını bekleyebiliriz.

Eğer bu iki öngörüm gerçekleşirse öyle bir sürece gireriz ki Türklerin Efrin’i gasp ve ilhak hayalleri kursaklarında kalmaz, Fransızların da dahil olacağı bir Doğu Akdeniz koalisyonuyla Türkler Hatay ili diye geçen İskenderun Sancağı’ndan geri çekilecekleri bir süreci de öngörebiliriz.

Bunlar hep zihin jimnastiği.

Böylesi senaryolarda ben PDK ve YNK’ye düşecek bir rol görmüyorım. Ulusallık denince tüm vatan toprağı ve o toprakta ikamet eden tüm nüfus anlaşılır. PDK milliteçi retorik kullanmasına rağmen hiçbir ulusal politika veya örgütlenmeye sahip değil. İşin özünde PDK ve YNK biri Hewler diğeri Süleymaniye merkezli birer küçük devlete sahip bölgesel/yerel güçler ve daha ilerisine ufukları var mı emin değilim. Dolayısıyla böylesi zihin jimnastikleri PKK’ye yarar. Fransa’nın PYD/YPG üzeri PKK’yle ilişkilenmelerinin yukarıdaki analizi doğrular bir ilişkilenme olduğunu düşünebiliriz.

Written by M. Husedin

31 December 2022 at 9:12 AM

Posted in Uncategorized

The extraordinary violence against the Kurds

leave a comment »

In an interview with Al Jazeera’s Riz Khan in 2011, the author of The Grand Chessboard: American Primacy and Its Geostrategic Imperatives, the Polish-American diplomat and political scientist Zbigniew Brzezinski said, “The extraordinary violence that was perpetrated against Poland did affect my perception of the world, and made me much more sensitive to the fact that a great deal of world politics is a fundamental struggle.”
Of Polish origin, Brzezinski’s family came from a town called Brzezany, now under Ukrainian control. His father was a Polish diplomat who helped many Jewish people escape the Nazi terror.
In his interview, Brzezinski was referring to the Molotov-Ribbentrop Pact that was agreed upon between Nazi Germany and the Soviet Union and the subsequent invasion of Poland by the two powers. Indeed, the people of Poland suffered greatly during World War II.
After World War II, the Yalta Conference of the Allied Nations allotted Poland to the Soviet sphere of influence, which later turned into an effective invasion of Poland by the Soviet Union.
In Brzezinski’s words, what Polish people suffered was a result of the fundamental struggle between world powers.
Do the Kurds suffer the result of the same?
Turkey and Iran are the two dominant powers on the small chessboard in the Near East today.
Turkey is a NATO member country, one that NATO cannot let go of as long as the Dardanelles and Bosporus straits, the only naval access route to the Black Sea, remain under Turkish control.
Iran, an ally of Russia, challenges the US position in the Middle East in the Middle East, in countries like Iraq, Syria, Lebanon, Bahrain, and Yemen. Iran is also an enemy of Israel.
Turkey has a carefully crafted relationship with Russia despite being a NATO member. Turkey and Russia have diverging and, at times, conflicting interests in Libya, Syria, and Ukraine. Despite this, the two countries have also entered into joint strategic investments, i.e., the nuclear station built in Turkey by Russia or the gas pipeline connecting Russian gas to Europe via Turkey.
Today, the extraordinary violence Brzezinski mentions for the Polish people before, during, and after World War II is perpetrated against the Kurds by Turkey and Iran. Currently ruled by a group of Islamic clergies, Iran attacks the Kurds inside Iran and Iraq, headed by a previously modernist (Kemalist), now an Islamist elite; the Turks attack Kurds politically in Turkey and militarily in Syria and Iraq.
The world is, in large part, silent.
It was not always so. When Turkey attacked the Kurds in Northeast Syria in December 2018, it resulted in high-level resignations from the Trump administration. Defense Secretary James Mattis and the US Envoy in the Global Coalition to Counter ISIS Brett McGurk were the two prominent figures that resigned following Trump’s decision to greenlight the Turkish assault. At the time both media from both sides of the political spectrum were against Trump’s decision, against the Turkish attack.
Brett McGurk is currently the Deputy Assistant to President Joe Biden and the National Security Council Coordinator for the Middle East and North Africa in the Biden Administration.
In the face of the current Turkish attacks, Mr. McGurk does not resign from his post. Current Secretary of Defense Lloyd J. Austin continues to occupy his position. Except for Fox News, US media is largely silent.
Brzezinski mentioned the fundamental struggle of world politics that affected his perception of the world. It is that same world that currently operates against the Kurds. Turkey has been asking its NATO allies to label YPG as a terrorist organization, and, as per the news, is preparing a ground offensive against the YPG.  If we were to remember, YPG formed the boots on the ground of the Coalition against ISIS that defeated ISIS. It cost the Kurds the lives of close to ten thousand of their best.
It is the fundamental struggle Brzezinski mentions in his interview, between the Persians and the Turks at the regional level, shadowed by the global rivalry between the Russians and the US.
Will it then be the old saying for the Kurds that globally accompany any article or book on Kurds: “No friends but mountains”? Should not we be past the age of pastoral freedom struggles, though? It was not long ago when there were open communication channels and established relationships between the US, Europe, and the YPG. Headlines of the mainstream media were mentioning the Kurds, the YPG specifically, as the champions of western values in the Middle East. The TV show No Man’s Land portrayed the YPG fighters as freedom fighters, not as terrorists. Are these going to be sacrificed to the fundamental struggle Brzezinski mentions? What good can that bring?

Who is there to answer this?

Written by M. Husedin

01 December 2022 at 8:24 PM

Posted in Uncategorized