Blog on Kurdistan & Kurds

For a United and Independent Kurdistan

Archive for November 2023

Alevi Kürdlerde Kürdlük bilinci

leave a comment »

Asabiyye meselesine değinmiştim. Karşılaştığınızda içinizde olan “Bu benim insanım” hissidir.

Dayımların İstanbul’a ilk göçtükleri zamanlardı. Bir gün dayımların da dahil olduğu bizim köylü bir grup erkeğin ertesi gün için ateşli bir olaya hazırlandıklarına şahit oldum. Sorunca pazar yeri için bizim köylülerden birine bir başka memleketin insanlarının baskı yaptığını ve bizimkilerin ertesi gün o pazar yerine kavgaya hazır bir şekilde gidip güç gösterisi yapacaklarını öğrendim.

Bizim köylüler, normalde salt köyde olsalar, birbirlerinden kabilelerle ayrılacaklarken köy dışında kabile kimliğiyle değil Kaşanlılı olmak kimliğiyle var oluyorlardı. Köyde önce aile (tu ji kijan malî/ tu lavike kî yî?), sonra aile üstü kabile kimlikleri (tu ji kiyani?) varken köy dışında köyün kendisi bir kimlik oluyor (em ji Qaşanın / Em Qaşî na).

Bizim köyün özelinde köylülük üstü asabiyye öncelikle diğer alevi Kürdlerdir. Bunda da yakınlık sıralaması vardır: dili bizimkine benzeyenler. Yani Berfırat Kurmancisinin Maraş ağzını konuşanlar. Bunlar da yakından uzağa Maraş, Malatya, Antep, Kayseri ve az kalmış olsalar da Sivas’taki Alevi Kürdler ilk halka, Adıyaman tarafı ağız değişikiliğiyle gevşek bir ikinci halka, ve en uzakta Dersim’in Dımılki/Kırdki/Zazaki Kürdleri. Zazaki ve Kurmanci konuşan alevi Kürdler arasındaki ilişki tarihte dedelerin kurduğu bağmış ama Türk Devleti dedelik kurumunu yıkınca, ve tabii bu Dersim’in 1938 soykırım travmasıyla da birleşince, Maraş’ın Kürdleri ile Dersim’in Kurmanci konuşmayan Kürdleri aynı güçlü halka içinde durmamışlar. Alevi Kürdler arasında, nasıl baktığınıza göre, iki (veya üç) asabiyye vardır diyorum.

Alevi Kürdler, özellikle de Kurmanci konuşan alevi Kürdler ile alevi olmayan Kürdler arasında Türk Devleti’nin 20. yy’da çok alçakça yarattığı derin bir yarık vardır. Siyasi alanda din üstü Kürd kimliğinde bir Kürdlük yaşamamış (öyle bir asabiyye bilmemiş) alevi Kürdler müslüman/şafii Kürdlerden korkarlar. Bunu Türk Devleti türlü yalanla ve Aleviliğine de ihanet etmiş dedeler aracılığıyla yapmıştır. Yapılan ve alevi Kürdleri kandıran yalan, alevi Kürd algısında var olduğu şekliyle, “şafii Kürdlerin alevi Kürd nefretiyle” yaşıyor oldukları gibi bir tespite indirgenebilir. Yani alevi Kürdler genelinde öyle inanırlar ki “şafii Kürd’ün alevi Kürd ile ilgili görüşü aleviyi öldürüp cennete gitmektir”.

Ben bunu nedense siyasi bilinci olan şafii ailelerden gelen merkez Kürdistan Kürdlerinin bilgisi olduğu bir konu sanardım. Yani Kürd siyasetinden bilinen bir başlık sanardım. Meğerse bu bilgi bir şekilde kendini alevi Kürdler içerisinde tutabilmiş (Alevi Kürd asabiyyesinin ne kadar güçlü olduğuna dair iyi bir örnektir).

Şafii Kürdlerin alevi Kürd öldürmek istediği ve bununla da cenette kendine yer kapacağına inandığı elbette yalan. Yani şafii Kürd alevi Kürd görünce “öldürüp de cennete gideyim” demiyor ama bunu alevi Kürd bilmiyor. Onun bildiği, aslında tanımadığı ve hakkında bilgisiz olduğu şafiinin kendisiyle merhabalaştığında aklının bir köşesinde “şunu öldüreyim” düşüncesi olduğu. Türk Devleti Berfırat Kürdlerini, alevi Kürdleri, hain/satılmış dedeler aracılığıyla buna inandırmış.

Ben halen de şafii Kürdlerin alevi Kürdlerin itikadıyla ilgili ne düşündüklerini bilmem. Merak mı etmedim yoksa sormaya mı korktum emin değilim.

Millet bu tür iç asabiyyeler üstüdür. Kendisi üst asabiyyedir. Modern dille söylersek, üst kimliktir.

Written by M. Husedin

24 November 2023 at 7:36 PM

Posted in Uncategorized

Kürd Siyasetinde Suç ve Suçluluk

leave a comment »

Roma Senatosu’nda Sezar’ın senatörler tarafından öldürülmesi. Suikastı yapanlar elbette asıl suçlunun Sezar olduğunu diyeceklerdi

Yıllar sonra Judith Herrin’in Bizans İmparatorluğu’nun tarihi üzerine yazdığı kitabını tekrar elime aldım (Byzantium, The Surprising Life of a Medieval Empire). Hafızamı tazelemek istediğim konu Osmanlı’nın Bizans’ın içişlerine nasıl dahil olduğu ve devletleşmeyi nasıl Bizans’tan öğrendiği bahsi. Herrin’in anlattığı şekliyle Bizans tarihinde Osmanlı önce bir altbaşlık olarak görünür. Bizans’ta sarayda iktidar çekişmelerinde bir rol üstlenmez ama Bizans’ın Mavi ve Yeşil partileri ve bu ikisi arasındaki çekişmelerde önemli rol üstlenen siyasetçilerin gittikçe artan oranda Osmanlı’ya sığınmaya, derken Osmanlı’yı kendi saray çekişmelerinde kullanmaya başlamalarını Herrin örneklerle anlatır. Bu devlet adamları önceleri Osmanlı’yı Bizans’taki iktidar çekişmelerinde bir geçici ‘iltica’ mekanı olarak kullanırlarken yer yer Osmanlı’da yüksek bürokrat ve bakan olarak görev aldıkları dönemler olur. Alın size bir aşiretin devlete dönüşmesi tarihi…

Bu yazıda değinmek istediğim konu ise bu değil. Dördüncü Haçlı Seferine değinmek istiyorum. Oradan da Herrin’in bir yorumuyla Kürd siyasetinde zehre dönüşmüş “suç ve suçluluk” bahsine.

Dördüncü Haçlı Seferi

Dördüncü Haçlı Seferi tarihi İstanbul’un talan edilmesi ve bu talanla Doğu Roma İmparatorluğu’nun, yani Bizans İmparatorluğu’nun fiili olarak sonunun gelmesi tarihidir. Papa Üçüncü Innocent’in topladığı Dördüncü Haçlı Ordusu 1202’de Mısır’daki Kürd hanedanı Eyyübileri yok etmek maksadıyla toplanır ama 1204’te İstanbul’un yerle yeksan edilmesiyle biter. Hakikaten Avrupa ve dünya tarihinde en önemli kırılma noktalarından biridir.

Dördüncü Haçlı Seferinin çağrısı önce Mısır’da Kürd Eyyübi hanedanını yok etmek içindir. O ordu türlü sebepten kendini Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul önlerinde kamp yapar bulur. Surların içinde zenginlik ve gizem, surların dışında başıbozuk berdüşler ordusu. Berdüşler ordusu ama ordu kendini hristiyanlıkla tanımlıyor. Kudüs ve kutsal coğrafya İslam kafirlerinden kurtarılacak. Birleştirici öğe bu. O insanları, kağıt üzerinde de olsa, biraraya getiren bu.

Şunu hep aklınızda tutun. Her ne kadar bu haçlı seferinde bahsettiğimiz olaylar Avrupa’da cereyan etmiyorsa da bağlı olduğu tarih Avrupa tarihidir. Avrupa’da organize edilmiştir. Yani organize edilme sebebi Avrupa ile alakalıdır. Avrupa içişlerine, Avrupa siyasetine dairdir. Avrupalılar tarafından, Avrupa iç siyasetinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Yani Kudüs’te bir olay olmuş da, oradaki gelişmelerin neticesinde, Kudüs’te birilerinin tetiklemesiyle ve organizasyonu olarak Avrupa’da bir mobilizasyon olmamıştır. Tam tersine. Avrupa’da siyasal olaylar ve siyasal tartışmalar vardır. Siyaset, daha önce de değinmiştim, devlet işleri demektir. Devletler; kraliyetler, prenslikler ve o tarihte çok çok güçlü bir devlet de olan Vatikan arasında çekişmeler, sürtüşmeler var. Din o dönem siyaset içi çekişmelerde çok güçlü bir argüman. Avrupa’nın kendi içindeki siyasi gerginlikler dönüp dolaşıp kendi içinden bir “Dinimizin bize emrettiği üzere Kudüs’ü kurtarma ordusu kuralım” önermesine dönüşür. Siyasi gelişmeler öyledir ki, size dışarıdan mantıklı gelmese bile, siyasetteki gruplaşmalar bazen böyle kimsenin geriye alamayacağı sonuçlar üretirler. Yani dışarıdan mantıklı değildir ama onu üreten iç dinamikler başka türlüsüne müsaade etmez.

Avrupa’da 12. yy’ın sonundaki siyasi dinamikler Avrupa’yı, Avrupa’da siyaseti belirleyen din için Kudüs’e bir ordu göndermeye iter. Hedef Mısır’dır. Kürd Eyyübi hanedanıdır. O bu derken dördüncü haçlı ordusu kendini İstanbul önünde bulur. İstanbul o tarihte Hristiyanların en büyük, en görkemli şehridir. Hiçbir şey değilse, dinen, Ekümeniklik oradadır. Ve Bizans müslüman ordularını Anadolu içlerine sokmayan, dolayısıyla Arap ordularını Avrupa’dan uzak tutan güçtür.

Velhasıl Avrupa hristiyanları, Avrupa siyasetiyle, Avrupa siyasi dinamikleriyle, Avrupa’yı belirleyen siyasi çekişmelerle ilgisi olmayan ama hristiyanlığın en önemli kalesi olan şehri yerle yeksan ederler ve böylece de koca imparatorluğu bir daha toparlanamayacağı bir komaya sokarlar. Tahribatın boyutunu gözünüzün önüne getirmek için İskenderiye kütüphanesinin yakılması olayını hatırlayın. Yıkım o ölçüdedir. Suçlu Avrupalı Hristiyanlar. Suç büyük. Ve suç, her ne kadar İstanbul’da işlenmişse de, Avrupa’nın kolektif suçudur.

Herrin bu tarihi olaydan bahsederken şöyle bir giriş yapar (çeviri bana ait):

“Ama şimdi Hristiyan Batı hristiyan aleminin en görkemli şehrinde yaptıkları bu katliam ve yıkımı kendine izah ve justifiye etmeliydi (justifiye etmek: kendini haklı çıkarmak). Müslüman kafirleri yok etmek için yola çıkan bir ordu nasıl oldu da hristiyan ikonları yıkmış, kiliseleri kirletmişti? Cevap basit: elbette Bizanslılar bunu haketmişlerdi! Ve sonrasında Bizans imparatorluğu hain, mahkum, kadınsı, bir şekilde tiksindirici ve Roma’ya itaatsiz olarak anılır…”

Yazıyı yazma nedenimin suç ve suçlu arasındaki ilişki diye belirtmiştim.

Suç bahsinde meseleye “suçunu en iyi suçlu bilir” ilkesiyle bakın. Suçlunun telaşı suçunu örtmektir. Bu hep böyledir. Şöyle de bakın: suçu açığa çıkmamış suçlu, suçluluk duygusu içini kemirdiğinden, ya suç itiraf edecektir ya da suçlusu olduğu suçun en azılı düşmanı olduğu görüntüsü verecektir.

Suçlayan suçunu itiraf eder. Bizans’ı talan edip bir imparatorluğu fiilen sonuna getiren Avrupalı hristiyanların yaptığı da buydu. Kendi suçlarını Bizans’ı suçlayarak örtmek telaşına girdiler.

Yazıyı toparlayayım.

Kürd siyaset arenasında suçlama çok yaygındır. Her Kürd partisi Kürd milletine dönüp diğer Kürd partisini Türkler veya Farslarla iş tutmakla, yani ihanetle suçlar. Oysa asıl dertleri millet nezdinde temize çıkmaya çalışmak, sahip oldukları suçluluk duygusunu üzerlerinden atmaya çalışmaktır. Suç gizleme de diyebilirsiniz siz buna. Bir şekilde yanlış yapmış olmanın suçu. Kaş yapayım derken göz çıkarmanın suçu. Kardeşe kötülük yapmanın suçu. Aklınıza ne gelirse. İtiraf edip suçla hesaplaşmak yerine suçlarının objesi olana, kardeşlerine iftirayla suçtan kurtulunmaya çalışılır (Habil’le Kabil bahsi)

Bizde yaygın bir şekilde sağa sola atılan iftiralara bir de bu gözle bakın.

Written by M. Husedin

21 November 2023 at 8:07 PM

Posted in Uncategorized

İsrail’i desteklemeli mi, desteklememeli mi?

leave a comment »

Lütfen bu yazımı okurken Kürdistan bağımsızlık referandumunu destekleyen tek ülkenin İsrail olduğunu hatırlayın. Aynı dönemde Tayyip Erdoğan Güneyli Kürdleri açlık ve soğukla tehdit etmiş “TIR’lar gitmeyince yiyecek, giyecek bulamazsınız” demişti.

Kucağımızda cevaplamamız istenen nurtopu gibi bir sorumuz var: Kürdler İsrail’i desteklemeli miyiz, desteklememeli miyiz?

Soruyu soran, sorunun sorulduğu ve soruyu oluşturan sorun diye alt başlıklara ayırıp öyle analiz edelim.

Sorun: Arap – İsrail çatışması

1948’de Yahudilere ait bir İsrail devleti kurulması devleti kuran Yahudi siyasi ekip ve dünyanın o zamanki buna muktedir güçleri arasında kararlaştırılır. Bunun gelişini gören ve öncesinde engellemek için Hitler’le ittifak dahi kurmuş olan Araplar, İsrail Devleti’nin kuruluş ilanıyla birlikte tanımadıklarını ilan edip savaş açarlar.

Aradaki tüm çatışma ve savaşları hızlı geçip 2023 yılına gelelim. 7 Ekim tarihinde Hamas İsrail içlerine bir saldırı düzenleyip kadın – erkek, çoluk – çocuk, yaşlı – genç, sivil – asker ayrımı yapmadan önüne gelen herkesi öldüren bir katliam yaptı. Bunun ertesinde İsrail devleti, arkasında Batının hemen tamamının desteğiyle Gazze’de taş üstünde taş bırakmadığı bir karşı saldırıya başladı ve halen devam ediyor. Zaten bir işkence olan Gazze’de yaşam bu saldırı ile birlikte bir çılgınlığa dönüştü diye not edelim ki hakkaniyetli olduğumuz kayıtlı olsun.

Peki bu çatışmanın tarafları kimler? Soruyu soranın varsayımlarından biri İsrail’in karşısına koyulan Filistinlilerin, yani Müslüman Arapların o topraklarına asıl sahipleri olduğu. Oysa o toprakların otokton toplulukları Müslüman Araplar ve Yahudiler diye iki gruba ayrılamaz. Hristiyan Arapların toplam Arap nüfusa oranları %10’dur. İsrail’in nüfusu içinde de sadece Yahudiler değil, müslüman ve Hristiyan Araplar, Dürzüler, Bahailer, vb topluluklar vardır. Dolayısıyla, ne monolitik müslüman Arap bir topluluk ne de monolitik Yahudi bir İsrail sözkonusudur.

Sorunun sorulduğu: Kürdler

Bilebildiğimiz kadarıyla toprağının otoktonu, Kürdistan’ın yerlisi olan bir milletiz. Antik Kürd inancı olan Yazdanizmin üç varyasyonunun (Alevilik/Reya Haq, Kakailik ve Ezidilik) takipçileri nüfusumuzun %20’sini oluşturmasına rağmen Kürdistan’da dominant inanç İslam’dır. Şii Kürdler de olmasına rağmen çoğunluğumuz, dinen, İslam’ın Şafii kolundandır.

Kürdler predominant (ekseri çoğunluk) müslüman olmamıza rağmen modern Kürdlüğün belirleyici karakteri İslam değildir. Modern Kürdlüğün belirleyici karakteri seküler/milli Kürd kimliğidir.

Seküler Kürd kimliği her inanca saygı duyup sahip çıkmasına rağmen bu inançlar tarafından değil, halen rotasını tam çizmiş olmasa da bir ulusal/milli pragmatizm tarafından belirlenir.

Soran: Türkler, ve belki Farslar

Türkler veya Farslar bizim Kürdistan dışında veya Kürdistan’la komşu olmayan bir coğrafyadaki çatışmaya ilişkin fikirlerimizi neden merak ederler? Araplarla İsrail arasındaki süren çatışmaya dair fikrimizi soranlar, Kürdistan’a çok daha yakın bir coğrafyada gerçekleşmiş Ermeni – Azeri çatışmasına dair fikrimizi sormuşlar mıydı? Elbette kimsenin öyle bir merakı yoktu. Öyleyse nedir bunları “Kürdler aman ha Filistin’den yana tavır alsın” telaşına iten?

Analiz: mesele Kürd milliyetçiliğinin gelişmesini engellemektir

Milliyetçilik kendini aynı milletten sayan insanların ortak irade sergilemesidir. Kendinizi Kürd bilmenize ek kendini Kürd bilen ve sizin de onları Kürd bildiğiniz insanlarla birlik hissinizdir. Ortak kazanç ve kayıp algılarınızdır.

Kürdlük hepimizi birarada neşelendiren veya üzen duygusal reflekslerimizdir. Antartika’da bir diğer Kürd’le karşılaşacak olursak “Bu benim insanım” dememizdir.

Türklerin ve Farsların istemediği bu. Birbirimizi sahiplenmeyelim, birarada hareket etmeyelim; ortak irade sergilemeyelim istiyorlar. Bu onların karşı-Kürd milliyetçisi pozisyon almalarıdır. Milli Kürd algısının Kürdler arasında gelişmesini engellemeye yöneliktir.

Türklerin bunun için kullandıkları üç argümanları var.

  1. Reye Haq/Alevi Kürdlere Bektaşilik/Alevilik
  2. Müslüman Kürdlere İslam
  3. Tabiatında liberal olması gereken ve kanca takabildikleri kimi “ilerici” Kürde de sol

Türklerin Arap – İsrail çatışmasında Kürdlerin ortak irade geliştirmelerini engelleme çabalarında kullanmayı denedikleri argüman İslam.

Peki ya Türkler kendileri meseleye İslami bakıp öyle mi tavır alıyorlar? Bakalım.

Her ne kadar yüzeyde bir Arap – İslam yakınlığı görüntüsü var ise de bunun bir İsrail aleyhtarı tutuma dönüşmediğini görüyoruz. İstatistiği aşağıda veriyorum. İslamcı ve Hamas destekçisi olduğu görüntüsü veren Erdoğan rejiminde Türk Devleti’nin İsrail’e olan ihracati son on yılda % 400’e yakın oranda artmış. Linke tıklayacak olursanız görürsünüz ki en başat endüstriyel kalem olan demir – çelik Türklerin 1 milyar 200 milyon dolar ile İsrail’e en çok ihraç ettiği ürün. Yani İsrail’i kalkındıran en temel endüstriyel ürün Türklerden gidiyor. Araplarla İsrail arasında savaş var diye bu sevkıyat durmuş mudur? Tabii ki hayır.

Manavgat’tan alınan içme suyu İsrail’e taşınmaya devam ediyor, Türk limanlarından İsrail’e petrol sevkiyatında aksama yok, vb.

Öyleyse bizim Türklere sormamız gerekir: Arap – İsrail çatışmasında sizin tavrınız nedir?

https://tradingeconomics.com/turkey/exports/israel

Written by M. Husedin

14 November 2023 at 1:30 AM

Posted in Uncategorized

Bağımsız Kürdistan – ABD ilgisi ve siyasal/toplumsal alan karmaşası üzerine

leave a comment »

Devletler kurulurken var olan bir harita üzerinde, o harita üzerindeki egemenlik alanlarını değiştirerek kurulurlar. Kürdistan özelinde bu Tahran, Ankara, Şam ve Bağdat merkezli devletlerin, Westphalia’da anlaşıldığı üzere, uluslararası hukukta esas sayılacak şekilde, kendilerine ait saydıkları toprakları başka bir devlete, yeni kurulacak Kürdistan devletine terk etmeleri demektir. Bu başkentlerin; tabiatında Türklere, Farslara, Araplara değil de Kürdlere, bize ait olduğunu çok iyi bildikleri halde topraklarımızdan çekilmeyecekleri bir gerçektir. İnsan tabiatıdır; elimizdekini, bize ait saydığımızı bırakmak istemeyiz. Sahip olduğumuz aidiyetimiz olur.

Kürdistan’da egemen olacak bir devlet dediğimizde kastımız Kürdistan’a sahio çıkacak, Kürdistan’da hükmedecek, Kürdistan’ı diğer devlet veya güçlerden koruyacak bir siyasi otoritedir. Siyasi otoriteden kasıt bu hükmü icra edecek başkent. O başkentteki kurumlar. Ordusu, adliyesi, maliyesi vb ile bir bürokrasi. O bürokrasinin kurallarını belirleyecek siyasi otorite hem varlığını o bürokrasinin varlıüı üzeri jüstifiye eder hem de o bürokrasi aracılığıyla ülkeyi oluşturan coğrafyada hükmünü sürer.

Kürdistan’da entelektüel ve siyasi alanda önemli sorunlarımızdan biri bu ikisi, iktidar ve bürokrasi arasındaki ilişki üzerine az okumuşluğumuz bir tarafa; siyasal alanla değil toplumsal alanla ilgili başlıkları siyasal alana ait başlıklarmış gibi tartışmamız. Kadın – erkek sorunu, işçi – isveren sorunu, liberal özgürlükler – ifade önündeki kısıtlar vb gibi onlarca başlık siyasal değil toplumsal alana dair başlıklardır.

Örneğin “toplumsal ilişkilerin nasıl düzenlenmesi gerektiği; bu toplumsal alanlarda ‘devletin baskıcı toplumlarda fazla belirleyici'” oldupu gibi bir başlık tartışılabilinir. Sorun olan, bize ait ve Kürdistan’da özgürce yaşamamızı temin edecek bir devletimizin yokluğunda Türk, Fars ve Arap devletlerinin toplumlarıyla ilişkilerine dair olması gereken tartışmaların Kürd ve Kürdistan sorununun önüne geçirildiğini fark edemeyişimiz. Bunun bir hokus – pokus olduğunu, bir Alicengiz oyunu olduğunu, bul karayı al parayı misali Kürdistan’da Kürdlerin egemenliği bahsini Kürdlerin dikkatinden kaçırmak için; Kürdlerin dikkatini siyasal alandan çekip toplumsal alan tartışmalarında boğmak için geliştirildiğini idrak edemiyoruz. En azından bir kısmımız.

Kürdistan devleti ve Kürdistan coğrafyası tartışmaları, dolayısıylaü aynı başlık altında değerlendirilmelidir. Kürdistan coğrafyası deyince bizim anladığımız atalarımızdan devraldığımız varlığımızı kendi usülümüzde sürdürmemize müsaade edecek egemenlik alanımızdır. Bunu Türk, Far ve Arap devletleri de aynen böyle anlıyorlar zaten. Onlara göre de Kürdistan devleti; Türkler için Bakure Kürdistan, Suriye için Rojavaye Kurdistan, Irak için Başure Kürdistan ve Farslar içinde Rojhelate Kurdistan’ın artık Türkiye, Suriye, Irak ve İran olarak anılmayacak olması; devletlerinin bu topraklarda egemen değil, ilgi gösterecek olurlarsa düşman sayılacak olmasıdır. Kürdistan’ın kurulması, Kürdistan’ı yöneten bu devletler için “huzur ve barış” değil toprak kaybı, toprak kaybıyla birlikte nüfus ve ekonomi kaybu demek. Meseleyi böyle gördükleri için de her türlü Kürdistan tartışmasını siyasal bir mesele olarak ele alıyorlar ve siyasette de bu düşmanlık başlığı altında değerlendirilir.

Kürdistan hapis bir coğrafya. Bunun iki örneğini halihazırda Başur ve Rojavaye Kürdistan’da yaşıyoruz. Amerika Birleşik Devletleri’nin hamiliğinde özgürlük alanı bulan Başur ve Rojava Kürdleri Kürdlüklerine dair kısıtlardan uzak olmalarına rağmen bu iki Kürdistan parçasının siyasi yapıları önlerinde en büyük sorun olarak düşmanlarla çevrili olmayı buluyorlar. Bir Qamışlo, diğeri Hewler (ve Süleymaniye) merkezli bu iki (veya üç) siyasi Kürd yapısı dış dünyayla özgürce ticaret yapamıyorlar. Dolayısıyla ekonomilerini çevirebilmelerinin tek yolu kendilerini düşman gören Türk, Fars ve Arap devletleri oluyor. Biz bu iki siyasi yapıyı eleştirirken bu mecburiyetlerini sürekli es geçiyoruz. Oysa ki her ikisinin de siyasi ufkunu daraltan gerçekleri budur. Başur petrolünü Türkiye üzeri satmaya mecburken, Başur’la arasını nedense düzeltememiş Rojava sahip olduğu petrol kuyularından çıkan petrolü yok fiyatına Esad rejimine satmaya mecbur kalıyor. Bunlar Rojava ve Başur yönetimlerinin basiretsizliklerinden değil mecburiyetlerindendir.

Yukarıdakine değinmemin sebebi bir anlayış geliştirmek istememden. Kürdistan’ın kurulmasının; yani Kürdistan devletinin, Kürdistan’a hükmedecek siyasi otoritenin; başkentinde müstakil ve tüm Kürdistan’ı bürokrasisiyle yönetecek Kürdistan devletinin kurulabilmesinin, en uygundan en az uyguna sıralayarak yazıyorum, üç seçeneği vardır.

  1. Dış dünyaya kendimiz direk açılacağız (İskenderun)
  2. Dış dünyaya bize düşman olmayan bir devlet aracılığıyla açılacağız (Ürdün)
  3. Dış dünyaya açılamayacağız ama bu devletlerden daha güçlü bir başka devlet bize ulaşacak (Amerika Birleşik Devletleri)

Şimdiye kadar yaşadığımız bize Amerika Birleşik Devletleri’nin ulaşması. Bu durumda Kürd siyaseti üzerine kafa yoranların sorması gereken “Amerika’nın Kürd ilgisinin sebebi nedir?” olmalıdır. Eğer Amerika’nın “Kürdlere kadın – erkek ilişkilerindeki sorunlar veya işçi – işveren tartışmaları” gibi sebeplerle Kürdlere veya Kürdistan’a ilgi duyduğunu düşünmüyorsak soru toplumsal değil siyasidir.

Siyaset “coğrafya üzerinde hüküm süren devlet” tartışmasıdır. Amerika şimdiye kadar Bağdat’ın veya Şam’ın Kürdistan üzerindeki hükümlerini zayıflatacak ve bize kendimizi yönetmek için adeta staj alanı verecek müdahelelerde bulundu. Sebebi AMerika için bu değildiyse bile nihayetinde olan bu oldu. Amerika, başta istemediyse bile, şu anda Suriye’de Rojavaye Kürdistan ve Irak’tada Başure Kürdistan parçalarını himayesi altında tutuyorç Bu ‘himayelikte’ içişlerimize karışmamaya özen gösterdiğini not etmekte de fayda var (yukarıda değindiğim staj meselesi üzerine düşünün)

Dış dünyaya açılma mecburiyetimizde olası seçenekleri en uygundan en az uyguna diye sıraladığımı not ettik. Şu andaki handikapımız Amerika’nın himayesini çekecek olması durumunda Ankara, Şam veya Bağdat’ın çok gecikmeden Qamışlo, Hewler ve Süleymaniye merkezli devlet olma deneylerimizi hiç çakit geçirmeden tarumar edecekleri gerçeği. Dolayısıyla dış dünyaya açılmamız gerekiyor. Siyasi tartışma budur. İskenderun’u henüz alamayacağımıza göre Amerika’ya ek ve hatta Amerika’nın Kürdistan’a erişimini kolaylaştıracak şekilde Ürdün’le ilişki geliştirmektir.

Not: bu yazı “Bölgede Kürdistan’a neden ihtiyaç duyulsun?” üstbaşlığına ait bir yazıdır.

Written by M. Husedin

09 November 2023 at 7:18 PM

Posted in Uncategorized

Alevi Kürdler ve CHP – yüzyıllık zorunlu yolculuğun sonu mu?

leave a comment »

CHP’nin o zamanki genel başkanı Deniz Baykal’ın uzun yıllardır karı-koca yaşadığı ama kamudan gizli tutulan ilişkisi bir kasetle paylaşılıp koltuğu Kemal Kılıçdaroğlu’na geçirildiğinde sahip olduğum kanı bunun Alevi Kürdleri CHP’de tutmak için yapılmış bir manevra olduğuydu.

Tüm delegeleri genel merkez ekibi tarafından belirlenen dünkü CHP kongresinde genel başkanlık delegelerin ‘sahibi’ olması beklenen mevcut başkana, Kılıçdaroğlu’na değil de bir başkasına gidince de bunu elbette Kemal Kılıçdaroğlu’nun iktidardan indirilmesi olarak düşündüm.

Cevabını bilmediğim soru şu: Kemal Kılıçdaroğlu’nu koltuğa getirenle götüren aynı grup mu? Yani, getiren grubun Alevi Kürdleri CHP’de tutmak isteyenler olduğuna eminim de götürenlerin aynı grup olup olmadığından emin değilim. Değilim çünkü Türk Devleti’nde etkin olan, devletin rotasına dair belirleyici olan grupların o zamandan bu zaman epey değiştiğini; eskisi gibi ne yaptığından emin değil, ne yapmak istediklerine ve yapabileceklerine dair sarsak olan ekiplerin iş başında olduğunu düşünüyorum.

CHP bahsi şöyle önemlidir. CHP Türk Devleti dediğimiz örgütün ideolojik ana omurgasıdır. Türkleştirme dediğimiz kampanya halen de CHP’dir. Balkan göçmeni Arnavut, Boşnak, vb ile Kafkas göçmeni Çeçen, Kabartay, Osmanlı paşası torunu Rus, Alman vb asıllı ile, Anadolu’nun Rum/Yunan müslümanları ve derken devlet etrafında Türkleşmekte sakınca görmeyen envai çeşit müslüman kurucu parti CHP’de kimlik ayrımcılığına uğramayacakları, hatta iktidara ortak olacakları bir Türklükte buluşabiliyorlardı. Ki bu halen de böyledir. Yani Türklük dediğimiz şey, modern Türklük, okul kitaplarında öğretilen “Orta Asya’dan geldik” masalı değil, Türk Devleti etrafında yaşandığı şekliyle Türklük CHP’deki simülasyonuyla ete kemiğe bürünür. Örneğin, her ne kadar CHP’ye oy veriyor olmasalar da, Pontus’un, Karadeniz’in Yunanca/Rumca konuşan insanlarının Türk olmadıkları gerekçesiyle herhangi bir saldırıya uğramayacaklarının garantisi CHP’de ifade olunan Türk kimliğidir. CHP Türklüktür. CHP Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır.

Alevilerin, özellikle de Alevi Kürdlerin, yukarıda izah ettiğimi bilgi düzeyinde biliyor olmasalar da bilinç düzeyinde, belki hayatta kalma (survival) kaynaklı bir içgüdüyle bunu iyi kavradıklarından, devletle arayı iyi tutmak için, kendilerine sürekli bir ‘modern yaşam alanı’ açan CHP’ye yakın durduklarını düşünürüm. Öyle gözlemlerim. CHP içinde az çok kabul görürler, İslamcı ayrımcılıkla karşılaşmazlar, vb. Hele ki okumuşlarsa ve ağızları laf yaparsa, bazen CHP içindeki belli grupların içine girebilirler de..

CHP ve Türk Devleti’nin bir Alevi Kürd belediye başkanıyla imtihanı

1990’larda İskenderun’da belediye başkanlığını Elbistanlı Hasan İnsan isimli bir Alevi Kürd kazanmıştı. Buna Türk Devleti’nin tepkisi, tüm diğer partileri bir sonraki seçimde azılı Türk ırkçısı ve faşist tek bir aday etrafında birleştirmek olmuştu. Belediye başkanından çok Kürdleri İskenderun’dan kovmakla görevli bir devlet teröristi görevi gören Mete Aslan döneminde Kuzey Kürdistan ve Türkiye’nin tüm şehirlerinde nüfus artarken İskenderun’da nüfus azalıyordu. Türk Devleti için bir liman ve endüstri şehrinin nüfusunun azalması önemli değildi. Önemli olan, Kerkük Kürdistan’ın kalbi ise, Kürdistan’ın ekonomik soluk borusu, olan bu şehrin Kürdleşmemesiydi.. Mersin’in Kürd yoğunluğunun arka planı budur deyip geçelim.

Alevi Köylülerin CHP, Mustafa Kemal ve Türk bayrağı aşkı

Geçenlerde bizim köyün Cem Evi’nin balkonunda asılı Mustafa Kemal posterini biri Facebook sayfasında paylaşmıştı. Resmin iki yanında Türk bayrakları. Bizim bir başka köylü yorumunda bayrakların birinin küçük diğerinin büyük olmasının uyumsuzluğunu işaret edip şikayet edince bir diğeri bu sorunun seneye düzeltileceğini yazmıştı..

Neden? Neden bir Kürd köyü, tüm köylülerin bildiği üzere Kürdlük ve Aleviliğin celladı olan devlet ve onun kurucusunu kutsayacak işler yaparlar?

Cevap korkudur. O resimler, o bayraklar, o kutsama ayinleri, etrafı ırkçı Türklükle çevrili savunmasız Kürd’ün bunları kendi önüne kalkan edinmesinden başka bir şey değildir.

Kemal Kılıçdaroğlu’na dönelim

Adam hiçbir zaman Kürd’üm demedi. Tersine ‘yemin billah Türk’ olduğunu dedi. Aleviliğini kabul etti ama tüm siyasi çizgisi her zaman anti Kürddü. Tamamen Kemalistti ve Kemalizm tamamen faşist, ırkçı ve anti-Kürd bir ideolojidir.

Kemal Kılıçdaroğlu öyle bir dönemde CHP’nin başına gelmişti ki, Alevi Kürdler hızlı bir biçimde HDP etrafında Kürd kardeşleriyle buluşma yoluna girmişlerdi. Şimdi ne oldu da Türk Devleti CHP’nin başında Alevi Kürdleri CHP’ye, dolayısıyla da Türk Devleti’ne bağlayacak birine ihtiyaç olmadığına kanaat getirdi?

Kanımca ortada bir devlet kararı yok. Kanımca artık o akıl üzeri yürüyen bir Türk Devleti, ideolojisi veya derin devlet dediğimiz aklı kalmadı. Her ne olduysa, kanımca, bu CHP içi Türk Kemalistlerin AKP’ye karşı bir hamleleri olarak gelişiyor.

Bu bize, HEDEP aracılığıyla bize Alevi Kürdleri tekrar hedefleme, Kürd gövdesine katma imkanı veriyor. Düşüncem bu yönde ve bu fırsatın doğru kullanılmasını dilerim.

P.S. Resmi Erdal Er’in aynı başlıklı video programından aldım

Written by M. Husedin

05 November 2023 at 10:29 PM

Posted in Uncategorized